Bugun...
SON DAKİKA

12 yıl önce yorulup gitti, türküleri öksüz, gönülleri kimsesiz bıraktı; N E Ş E T E R T A Ş

 Tarih: 26-09-2024 07:42:00
ATİLLA KÖPRÜLÜOĞLU

"Yalan Dünya",

"Tatlı Dillim",

"Zahidem",

"Kendim Ettim Kendim Buldum", "Yazımı Kışa Çevirdin",

"Evvelim Sen Oldun",

"Mühür Gözlüm","Gönül Dağı"

"Köprüden Geçti Gelin",

"Ayaş Yollarında"

En bilinen türküleriydi...

Bu toprakların sesiydi

sesi ve sazı ile -babası Muharrem Ertaş'ın yolunu sürdüren- Neşet Ertaş!..

****

Küçük yaşlarda keman ve saz çalmasını öğrendi.

Ankara'da TRT Radyoevi'ne girdi.

Güçlü derlemeleri olan ozanın kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardı.

Usta; "aynı ruhun insanıyız" diye söz ettiği babası ile, adeta Anadolu'daki en olgun seviyesine erişen Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusuydu.

Çağın Dadaloğlu'su, Pir Sultan'ı, Köroğlu'suydu!

Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasını sağlamıştır...

"Koca Çınar" Yaşar Kemal takmıştır ona "Bozkırın Tezenesi"ni!..

****

"Nerede bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur... Çünkü kötü insanların türküleri yoktur..."

''Ben

halkın sanatçısıyım

ve halkın sanatçısı

olarak kalacağım.

Bugüne dek

devletten bir kuruş yardım almadım.

TRT'de bir program yapamadım. Bana verilen 'Devlet Sanatçısı' unvanını kabul edemem..''demiştir.

"Konser bileti kaç para olsun?" diye soran bir belediye başkanına, "Ben gençlerin cebindeki cigara parasını göz dikmem, ücretsiz olsun" karşılığını verendir Neşet Ertaş.

Her konserinde izleyicisini elini kalbine götürür ve şu sözüyle selamlardı;

“Burası var ya,

taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer.”

İyi de Beşiktaşlı'ydı;

“Saza vurduğun her nağmenin tadıdır Beşiktaş'lı olmak.

Biz de Anadolu'da Beşiktaş'a vurulduk, n'apalım dostlar”

****

Bir anekdot...

Yetmişli yıllar…

İzmir Fuarı’nda Basmane kapısından sağa dönünce Zeki Müren’in assolistliğini yaptığı Manolya Gazinosu kulisinde bir gece Cem Karaca’yı bekliyoruz mahallenin gençleriyle; imza alacağız.

Cem Karaca’nın en popüler olduğu dönem...

Geliyor imzaları veriyor. Sonra da duvarın dibinde sazıyla bekleyen takım elbiseli bir kişiyi işaret ediyor bize:

‘’Neşet Ertaş...

Çok güzel türkü söyler.

O da sahnede saz çalıp söylüyor.

Gelin sizi içeri alayım dinleyin.’’

Girdik gazinoya; biraz sonra çıktı peşpeşe türkülerini söyledi Usta..

Ben de o günden sonra türkülerine sevdalandım..

****

Tuncel Kurtiz'li bir anı. Hasan Saltık anlatıyor;

"2003 yılıydı, Tuncel abi beni aradı;

Kısa süre önce de Edremit’in Çamlıbel Köyü’ne yerleşmişti.

“Hasan, benim çiftliğin arkasındaki yer satılık gel bana komşu ol” dedi.

Sırf ona komşu olmak için aldım.

İyi ki de almışım!

Akşamları mangalımızı yapar, sohbetler ederdik. Benim bahçemin meyveleri özellikle de karadutu çok meşhurdu.

Aradan 4 yıl geçti.

Yine bir yaz akşamı bahçede otururken bana dedi ki, “Sen artık bu köyün yerlisi sayılırsın, burada bir şenlik yapalım.”

- Yapalım Abi de ne yapacağız?

Dedi ki; ‘‘Köyümüzde şanımıza yakışır bir şenlik yapacağız...

Öyle birini getirmeliyiz ki memlekette duymayan kalmamalı.’’

Bütün gece düşündüm, sonunda buldum:

Neşet Ertaş!

Sabahı eder etmez Neşet’i aradım, davet ettim.“Sen gel dersen gelirim” dedi.

Ve 2007'de ilk Çamlıbel Şenliği’ni yaptık. Bütün çevre köyler oraya akın etti.

Tuncel Kurtiz de o şenlikte bir tiyatro oyunu oynamıştı. Şenlikten sonra köydeki karadutun altında Neşet Ertaş, Tuncel Kurtiz ve ben sabaha kadar türkü söylemiştik.

Unutulmaz bir geceydi...

Neşet Ertaş’ı ölmeden bir ay önce hastanede ziyarete gittiğimde, “Hasan o karadutu bir daha yiyebilecek miyim?” diye sormuştu

“Gel şimdi götüreyim seni” demiştim

“Doktor bırakmaz ki...” diye cevap vermişti.

Ne yazık ki ikinci kez yemek nasip olmadı. Hayatta öyle anlar vardır ki bir ömre bedeldir.

Bir kez yaşarsın, tekrarı yoktur. İstesen de yoktur, istemesen de...

Tuncel Kurtiz, Neşet Ertaş ve ben...

Bir karadutun gölgesinde...”

Artık bu üçlüden hiçbiri o kara duttan yiyemeyecek, üçü de aramızdan ayrıldı...

****

Anadolu'nun Büyük Evladı

Neşet Ertaş öldü ve biz biraz daha yoksullaştık, biraz daha kuru, sıradan, ruhsuz bir ülke olmaya yaklaştık.

Fazıl Hüsnü Dağlarca "Milletler büyük evlatlarıya nefes alır!" demişti. Neşet Ertaş büyük evlattı.

Çünkü bize Orta Asya'dan Anadolu'ya göçenlerin, dağlara tepelere akarsulara isim verenlerin, gönül teli titreyenlerin, yürekten yüreğe gizli bir yol bulanların bozlaklarını, türkülerini taşıyordu.

Geçmişimizle aramızda duran ışıltılı bir köprü gibiydi Neşet.

Son nefesine kadar dilinden düşürmediği büyük usta Muharrem Ertaş'ların, Çekiç Ali'lerin soluğunu aktarıyordu.

O Muharrem usta ki "Ferman padişahın dağlar bizimdir!" diye haykırdığı zaman kâinat durup dinlerdi.

O Çekiç Ali ki "Sarı yazma yakışmaz mı güzele" diye ünlediği zaman, kuşlar, böcekler, kelebekler susardı.

Genç Neşet Ertaş da radyo döneminde bir tek türküsüyle halkın ruhunu esir almıştı. O sıralarda yaygın olan ve çok kişinin okuduğu Ali İzzet'e ait "Mühür Gözlüm" türküsünü çığlık çığlığa söylemiş, o anda da Türkiye'ye damgasını vurmuştu.

Bu genç adamın sesinde, sazında sanki çırpınan bir kuşun çığlığı duyuluyordu. Dinleyenlerin tüyleri diken diken oluyordu.

O günden sonra herkes birbirine sormaya başladı: Kim bu adam, kim bu adam?

Halk onu tek bir kişi sanıyordu; elindeki sazın bin yıldır çalındığını, avazının bin yıldır Anadolu gökyüzüne salındığını bilmiyordu.

Âşık Veysel'in sesi toprağa benzerdi, Neşet'inki ise gökyüzüne, bulutlara, rüzgârlara, en yüksekten uçan turna kuşlarına.

Neşet Ertaş bizi geçmişimize bağlayan bir köprüydü dedim... Orta Asya'dan gelen Türkmen boylarının pentatonik müziğini duyuruyordu bizlere. İnsanlar bilinçle kavramasalar bile, kromozomlarına kazınmış olan bu tarihsel hafızayı hissediyorlar ve "İşte bu bizden!" diyorlardı.

Eğer Neşet ve babaları, amcaları İspanya'da yaşasa flamenko ustaları gibi onurlandırılırlar, incelemelere, tezlere konu olurlardı.

Yunan olsalar, rebetika ustaları gibi isimleri yüceltilirdi.

Amerikalı olsalar blues efsaneleri olarak dünya tarihine geçerlerdi.

Ama onlar ne yazık ki kıymet bilmeyen bir ülkenin, kabuk değiştirmeye çalıştığı bir devrine rastlamışlardı.

Kabuk değiştirmek kültür değiştirmek demektir. Kendi ülkesiyle bağlarını koparmaya çalışan gençliğin (ve genç sanatçıların) New York’lu olmaya özendiği bir dönemde Neşet’in dünya çapındaki ustalığını kim anlayacaktı ki.

Bugün pek çok radyo televizyon kanalı sorular yöneltti. Neşet Ertaş konuşulacağı için çoğuna olumlu cevap verdim. Arayanlardan ve Neşet programı yapanlardan birisi hangi kurumdu biliyor musunuz: Çin Uluslararası Radyosu.

Bizde bazıları Neşet Ertaş adını duymamıştır ama dünya böyle bir ustanın önemini bilir.

Nasıl Âşık Veysel’le, Âşık Mahzuni’yle birer devir kapandıysa, Neşet Ertaş’la da Kırşehir bozlakları perde indiriyor.

Bu gelenek elbette bitmeyecek, bozlak söyleyen genç sanatçılar yüreğimizi titretmeye devam edecek ama Neşet’in sadası duyulmayacak artık.

Mekânın cennet olsun sevgili dost.

Evvelimiz sen oldun, ahirimiz de sensin.

(Zülfü Livaneli, Vatan, 26 Eylül 2012)

12 yıl önce İzmir'de yitirdik Neşet Baba'yı...

Kendi ağzından yaşam öyküsüdür aşağıdaki dizeler...

Sazına...

Sözüne...

Yüreğine...

Bin selâm Usta!

Saygı ve özlemle;

"bin dokuzyüz otuzsekiz cihana

kırtıllar köyünde geldin dediler

babama muharrem, anama döne

dediysen atayı bildin dediler

dizinde sızıydı anamın derdi

tokacı saz yaptı elime verdi

yeni bitirmiştim üç ile dördü

baban gibi sazcı oldun dediler

o zaman babamdan öğrendim sazı

engin gönül ile hakk’a niyazı

o yaşımda yaktı bir ahu gözü

mecnun gibi çölde kaldın dediler

zalım kader devranını dönderdi

tuttu bizi ibikli’ye gönderdi

babam saz çalarken bana zil verdi

oynadım meydanda köçek dediler

anam döne ibikli’de ölünce

tam beş tane öksüz yetim kalınca

beşimiz de perişan olunca

babamgile burdan göçek dediler

yürüdü göçümüz tefleğe doğru

bu hali görenin yanıyor bağrı

üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı

bunlara bir ana bulun dediler

yozgat’ın kırıksoku köyü’ne vardık

bize ana yok mu diyerek sorduk

adı arzu dediler bir ana bulduk

işte bu anadır buldun dediler

en küçük kardaşı kayıp eyledik

onun için gizli gizli ağladık

üstelik babamı asker eyledik

yine öksüz yetim kaldın dediler

zalım kader tebdilimi şaşırttı

heybe verdi dalımıza devşirtti

yardım etti yerköy’üne göçürttü

biraz da burada kalın dediler

yerköy’den kırıkkale’ye geldik

babam saz çalarken biz çümbüş aldık

kırşehir’e varınca kemanı çaldık

aferin arkadaş çaldın dediler

yarin aşkı ile arttı hep derdim

babamı bir yere dünür gönderdim

başlık çok istemişler haberin aldım

istemiyor yarin seni dediler

kırşehir’de yedi sene kalınca

düğün düzgün hepsi bize gelince

burada herkese yer daralınca

ankara’ya gider yolun dediler

ankara’da (sünnetçi) veysel usta’yı buldum

epeyce eğleştim, evinde kaldım

yüz lirayı verip bir yatak aldım

etti isen böyle buldun dediler

bir ev kiraladım münasip yerde

kaldı kavim kardaş hep kırşehir’de

bu aşk hançerini vurdu derinde

çaresini bulmazsan öldün dediler

yarin aşkı ile döndüm şaşkına

arada içerdim yarin aşkına

canan acımaz mı garip dostuna

bunu da içeriye alın dediler"

#NeşetErtaş

#BozkırınTezenesi

#25Eylül2012

 

 

  Bu yazı 474 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI