Madem en büyük yatırım insanadır, madem insana doğru yatırım yapıldığında toplum bilim, sanat, spor, tarımdan her alana hatta etiğe hep en önde olabilir o halde insanları cahil bırakmak tersine mühendislik olabilir mi? Zira asıl maden ocakları toprak altında değil, kafatasları içindedir. “Her biri bir madenin ocağıdır” desek pek yerinde olacak insan beyni içindeki cevher ona yaraşır halde işlenmedikçe kof, ham kalmış kafalar toplumun başına ne işler açar! Sermaye istemeyen en ucuz, ama en pahalıya gelen tek yatırım, cehalete yatırım öyleyse.
Toplumun hammaddesi, doğduğu andan başlayarak kendisine yatırım gereken insandır. Hitaptan, her şeye, her canlıya saygı göstermeye kadar öğrenilir çünkü. Ne ekersen onu biçersin gereği. Bu da şu demektir, eğitim, dersliklerdeki derslerden önce “kendini bilmek nedir”i öğrenmek ile başlar. Ki ne demişti Koca Yunus; “ilim, kendin bilmektir”.
Öğreneceğimiz ilk şey kendimizi yani haddimizi, insanın anlamını bilmek olunca kendimizi bilmekte ne kadarız diye bakalım bir… İncir ile birlikte üzerine yemin edilmiş zeytinin adının anılmasından sonra insanın en üstün kılındığından bahsedilir edilmez neden insanın en altların altına düşürüldüğünün anılmakta olduğunu akletmedikçe -akıl etmedikçe- yani kendimizi bilmedikçe zeytin ağaçlarına yapılanlar sürer elbet!
Eğer toplum kendini bilmezler yığını olup çıktı ise bu görüntü, o toplumun insanına yatırım yapılıp yapılmadığı sorusunun sorulmadan alınan yanıtıdır. Daha gün doğmadan mağaza kapıları önünde, yeni çıkan telefon modeli için bekleşenler, o telefonu ellerine almak için gösterdikleri hevesi o telefondan daha iyisini yapmanın kendi ellerinden gelmesi için de göstermedikçe kendinden de, Dünya’dan da habersizdir. Nereye çeksen oraya gidecek cinsten hem de! Düşünmek, irdelemek elden gelmeyince telefonlardan başka en beterine kadar eline ne tutuşturulursa, oyuncak bildiğinin oyuncağı bile olabilir, kendine kadar habersizler!
Olması gerektiğince hakkıyla eğitim, insanı suretten ruhen insanlığa yol aldırır. Bu yatırımın semeresi diyelim ki okuduğunu anlama gibi pek sıradan şeylerdeki kıyaslarda nasıl, ne halde olduğumuzdur. Şimdilerde okuduğunu anlama gibi en basit şeylerde bile uluslararası sıralamalarda, PİSA verilerine göre öyle alt basamaklara düştük ki çölde öğretmen görmemiş Afrika ülkelerine kadar tepemizde yer alıyorlar. Okuduğunu anlamayan bir topluma dönüşmek, olduğu yerde bile sayamamaktır. Bize, bizi anlatan böylesi veriler, ilkokulda toplama işleminin sağlamasını yapmaya benzer; öyle dobradır. Ya yüzü yere eğdirirler ya da yüzü güldürürler. Uzundur yüzümüz gülemez oldu bu konularda!
Kendilerine yatırım yapılmamış insanlardan oluşan bir toplum yarım yamalak sayılmaz mı? Bir anlamda hala kurumamış ham kütükler gibi yontulmamış, biçim almamış, törpülenmemiş değil midirler? Neyin yapılıp yapılmayacağını, neyin nerede, nasıl, ne zaman yapılacağını bilmeyenler ile dopdolu ortamlar cehennemi andırmaz mı? Doğaya kadar her şeye, başkalarına saygıyı en azından temel seviyede öğrenip, özümsemişler ile yaşanılır olabilir bir toplum ancak.
Eğitim, göstermelik değil, kalıcı değer katmalar üzerine yapılanı kusarak geri veren bir yatırımdır. Malum, arıdan çıkan bal da bir kusmuktur, insan midesinden çıkanlar da. Maksat, arı gibi bal üretenlerden olmak. Ne derler, yarım doktor candan edermiş. Hiçbir yarım, tama eşdeğer olamaz bu yüzden. Cehalet ise yarım bile olmak değil, olmamaktır. Cehaletin suyu yutucu, toprağı batak, cehaletteki insanlık da olsa olsa maşa olacaktır. Böyle bir uçurumun kenarında iken kim bir Tesla, bir Goethe, bir Cahit Arf, bir Ulus Baker, bir Prof. Mustafa İnan, Jale İnan, Nobel almış bilim insanı yani Aziz Sancar çıkarabilir ki yeniden? Evet, çok değerli bilim insanımız Aziz Sancar, yakınlarda Nobel ödülü almış olsa da eğitimi hayli eskilerde kalır. Elli yıl önce! Yenilerde aldığı, ödülü tek!
O halde sormalı bir; Aziz Sancar’ın eğitim gördüğü dönemlerde okuduğu ders kitapları daha da geliştirilmiş, güncellenmiş haliyle şimdilerde de var mı hala? Bunu akıldan geçirmeden, bu kıyası yapmadan kendini gözden geçirmek, irdelemek mümkün olabilir mi? İrdelemede bulunmak, akletmektir -akıl etmek- zira. Akletmek, noksanların görülebilip, ortaya konması için ilk samimi olgu, adımdır. Bir yerde de esaslısından yatırımdır, ilerisi için. Geçmişe bakıp, çıkarımda bulunmaktır. Ders almaktır. Akıl, doğru destekler ile ayakta tutulmadıkça içini su basan, çöken, bela saçan bir maden ocağı olmaktan öte gidemez. Gi-de-mi-yor!
Anadolu’nun her karışından tazı gibi koşacak çocukları bulup çıkarmak, onlara yatırım yapıp olimpiyatlarda altın madalyalar kazanıp, bayrağımızı göndere çektirip, İstiklal Marşımızı okutmak varken tutup hazıra konmacılık da bir bakış, tutum yani akıl türü olabilir mi? Hazıra konmacılık yatırım yapmayıp, yatırım dahi yapılmamışlara bel bağlamak mıdır böylesi alanlarda? Şöyle bir gerilere bakalım, “hep mi böyleydik” görmek için? Diyelim ki seksen yıl önce nasıldık? Ya da elli yıl önce? O zamanki müzik kalitemiz nasıldı? Buğulu yağ kokuları eşliğinde her halimiz ile arabeskte boğulmuş muyduk yoksa başyapıt besteler mi sunuyordu bestecilerimiz? Endülüs’te Raks, Tereddüt şarkıları gibi. Resimde, mimaride, sanatta ne halde idik? Şimdi ne haldeyiz? Çok uzaklara değil, diyelim ki yirmi yıl öncesine bakmak bile yeterli nerede idik, neredeyiz kıyasını görmek için. Belli ki dönüp önce bir kendimize bakınca belki başkasına edilebilecek tek laf olsun kalmayacak bile! İşte kendini bilmek ilmi budur!
Temel sağlam olmadıkça üzerine sağlam yapı çıkılamaz. Dışını alladıkça allayıp pullasak da her şey temelde başlar, temelde biter. Sıvaların, boyaların gerisinde kalmış harç, kumun niteliği, demirin yeterliliği yani statik hesap belirler yapının dayanıklılığını, dışın boyası değil. Yapılarda hal böyle iken toplum yapısının statik hesabı, ayakta tutanı insana yatırım yani eğitimdir tek. İnsana yatırım yapmak ya da yapmamak tam anlamı ile ne kadar ekmek o kadar köfte mantıklı, verme alma dengelidir. Hakkıyla eğitim, ne bir milim kısaltmayı ne bir gram eksiltmeyi kaldıramaz. Her biri bir diğerine eş ağırlıkta çeken keçiboynuzu yani harnıp çekirdeklerinin tutarlılığında olunacak ki ekilmemiş tarladan ürün beklenmesin! Kefeye bir çekirdek dahi koyulmazsa kefe neyi tartsın, neyi ölçsün! İnsana yatırım yoksa eğer bir yerde, başka ortamlarda yok hükmündeki yoz, vahşi kültürler geliştirecek topluluklara dönüşülür ki bu dönüşümün tek rotası koyu cehalet ve ondan doğacak her türlü kötülük olacaktır. Cehaletin cenneti, cehalete yatırım ile kurulur diyeceğim.