istanbul escort
https://guclukadin.org/ https://puma-trainers.net/
escort bursa escort bursa
escort bayan
escort konya
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
https://www.istanbultaksi.org/
Bugun...
SON DAKİKA

Beyin, Vicdan, Etik Cılk; Vahşet, Şiddet, Hırs Katı Pişmiş Olursa

 Tarih: 19-10-2024 07:32:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Hala beş duyumuz mu var, görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma olarak? Sanmam. Dumura uğramış halde beş duyu artık çoğu zaman zira! 

Görme, ne göz önündeki şiddeti, vahşeti, yoksulluğu, ne de yok oluşları ve sonuçlarını,  ileriyi görmeyen gözlerde,

Duyu yetisi, ne yeni doğmuşundan iki yaşındakine bebeklerin, çocukların, öğrencilerin, tedavi masrafları karşılanamayanların ne kadınların, yaşlıların ne hayvanların, ormanlar dolusu yanan sedirinden gürgenine ağaçların, orman içindeki tüm canlıların, doğanın, zeytinliklerin ne çaresizlik içinde kıvrananların feryatlarını duymayan kulaklarda,

Koku duyusu, bırakın cılkı çıkmış yumurtayı, bozulmuşluğun, çürümüşlüğün kokusuna bile kıvrılan burunlarda kilitli kalmış olmalı ki pis kokuları almıyormuş gibiyiz sanki.

 

Oysa büyürken her çocuğun hayali herkesi başta da anneanne, babaannesini, dedelerini iyileştirecek, yoksulları bedavaya tedavi edecek doktor olmak ya da zengin olup yoksullara yardım edecek çocukların naif düşlerine yetişkinlikte ne oldu da planlanan ile gerçekleşen örtüşmedi? Bu örtüşmemeyi belki de Dünya’nın en kısa öyküleri arasına girecek bir cümle ile tezden anlatabilirdim;

“komedi yazarlarına pek imrenirim; ama bizim payımıza bugün trajikomedi yazmak düştü”. Trajikomedi, komedinin cılk halidir bir yerde. Yani gözleri kurutup, yaş kalmayacak kadar ağlatmak, gözlerden yaş getirene kadar güldürmenin canına okuya okuya cılkını çıkarmaktır.

 

Cılk sözcüğünün anlamı neydi? Kokmuş yumurtadan, çürümüş, irin tutmuş her şeye, sözünü tutmayana kadar bozulmuşluğu anlatan tek kavramdı belki de cılk. Anlamına bakınca “bu sözcük, en çok hangi çağ, dönem, devir için bulunup, söylenmiş olabilir?” diye düşünmeden edilemiyor. Çağlar, kimi zaman dilimleri de cılkı çıkmışlar arasında yer alabilir gözüküyor ise  hele?

 

Bu çağın tanıkları olarak bize cılkı çıkarılmış bir Dünya’da en dokunulmaması, zedelenmemesi gereken kavramların dahi cılk hali düştü. Oysa bizden ncekiler, onları bize nasıl kıvamında pişirip, taşırmış, yeterince tuzlayıp korumaya alarak sulandırmadan miras bırakmıştı. Kötü mirasçılarmışız meğer. Dahası en iyisinden mirasyedilermişiz. Miras bitince yani hepsini yakıp, kül edince ateşin içinde kalan akrep ne yapar hiç akıl edememişiz. Akıl etmek için beyin gerekti ama, değil mi? Beyin; yani aklın ev sahibi. Oysa beş duyunun merkezi olan beyin,  dumur olmuş halde ise en başta? Her duyudan tadılan her türlüsünden şeyler ile artık adı var, kendi yok olmuş ise çoğu beyin?  Zehrine kadar her şey ile cılkı çıkarılmışsa?

 

Beyinlerin cılkı çıkmışsa artık Karadenizlilerin şakası olan “zekâsız, beyinsiz” lafları şaka değil, gerçeğe dönüşmüştür. Beyni olmayan tavuklara bakmalı bir, hani yazmaya elim varmıyor, sofraya için hazırlanan tavuklar beyinlerinden uzak kaldıklarında nereye koştuklarını bilmezler; ama hala koşabilirler, malum. 

 

Hâlbuki ışığın yetmediği anlara fener olsun diye atasözleri de bırakılmıştı bize miras olarak. Onları elimizde tuttuğumuz sürece ışıkları sayesinde yolun çukurunu, engebesini,  bozuk yerlerini, tuzaklarını görecektik. Ama beyin cılkı çıkmış, dumura uğramış olunca göz, çukura baksa;  kulak, basılan buzun sesini duysa; adım, boşluğa atılsa;  his, zeminin kaygan olduğunu duyumsasa; bataklık kokusu kaç köy öteden alınsa da kâr etmiyormuş meğer… Kokuyu alıp, haber verenler de soluğu onuncu köyde alabiliyorlarmış.

 

Atasözleri öğüttü; tekerrür edip durduğu hep bilinen tarihin, yaşanmışlıkların kısacık, özlü söylenişi idi. Oysa biz, atasözlerinin cılkı nasıl çıkarmış bir güzel gösterdik ele güne. Dosta düşmana. Diyelim ki  “söz gümüşse sükût altındır” denilmişti.  “Sükût” yani sessiz kalmak, söz gelimi bilmediğin konularda konuşmamak yani çapın kadar konuşmak ya da yerli yerinde, ağır uslu laflar etmek demekti bu sözün özünde.  Eğer sonraları sükût, göz yummak ile eşanlamlı hale getirilir ise? Görme duyusunun cılkı çıkarsa? O zaman ne olunuyordu? “Yanlış, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” bilindiğinden, dilsiz şeytan mı olunuyordu, göz yumunca? Öyleydi galiba!

 

“Anlam kayması” denilen saptırmaca, cılkı çıkarmanın mayalarından biridir. Anlamları, özleri çarpıtmak, işe geldiğince anlamak, anlatmak, aktarmak için oluyorsa mesela. Bu atasözünün de başına bu geldi. Olur olmaz konuşmak yerine taşı gediğine koyacak yetkinlikte konuşmalar edilip, sözden israfta bulunmamak öğütlenirken atasözümüzde, eğer pek sağlam sandığımız dayanaklara yaslanmışsak biz tutup, olmayacak her şeyi hem de nasıl söyleyebildik! Atıp tutabildik; pervasızca, fütursuzca, cahil cesareti ile. Yine bir atasözümüzü göz ardı ederek. Ne demişlerdi; “duvara yaslanma yıkılır, ağaca yaslanma kurur-çürür, insana yaslanma ölür”. Atasözlerine kadar cılkını çıkaranlar olunca her şey elbette özde değil, sözde olur; sözde kalır. Özün de cılkı çoktan çıkmış olur öylesi koşullarda zira.

 

 Hepsi hepsi de en beteri gençliğin cılkını çıkarmak. Gençlik demek, yarınlar demek, ileride bugünü devralacaklar demek. Ya gençlik kayıp kuşaklara dönmüşse? Bir kuşak da değil; malum,  suya atılan taş, tek bir dalga oluşturmaz.  Olmuşların, olacaklara etkisi suyu dalgalandıracağından yani taşın suda oluşturduğu halkalar giderek arttığından en az dört hatta beş, altı kuşak kayıp ise şimdiden? Bu, gençlik kadar geleceğin de cılkını çıkarmak değildir de nedir?  Var günü var malum, dar günü var bir de. Var gününde har vurup harman savrulan şey olabilir mi gençlik? Dar gününde o gençlik ne halde olacaktır, ona sağlamından, tutarlısından, erdem dolu değerlerden oluşan, olması gerektiğince bir gelecek vermeyince? O yani gençlik, zehirli bataklıklarda tek tek solan goncalara dönüşmekte ise ya bir de?

 

İçini boşalta boşalta, değerleri değersizleştire değersizleştire kavramlar bırakın katı, kaysı pişmişliği, rafadan bile değil artık.   Cılk yumurtadan farksız en kıyılamayacak önemdekiler bile. Pişkinlik mi? Pişkinlik yok olmadı evet, hala tüm görkemi ile var. Her şeyin, değerin, kavramın cılkını çıkarıp da yine de pişkin pişkin gülümseyişlerde sırıyor pişkinlik!

  Bu yazı 1607 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI