istanbul escort
https://guclukadin.org/ https://puma-trainers.net/
escort bursa escort bursa
https://home.gis.gov.gh/
escort konya
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
https://www.istanbultaksi.org/
Bugun...
SON DAKİKA

Çıkmazdaki İnsan ve Çıkar Gütmeyen Canlar

 Tarih: 21-08-2024 08:39:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Ara ara internette, terk edilmiş halde bulunmuş yavru aslana bakıp büyüten bir kadın ile o aslanın kendi başının çaresine bakabilecek yetkinliğe eriştiğinde doğaya salınmasının ardından artık yeleli, pençeleri pek görkemli, kükredi mi ortalığı inletecek hale geldikten sonra insan annesini ile buluşmasına ait bir video geziniyor. En yırtıcı canlı aslanın gördüğü sevgiye karşı gösterdiği minnet, vefa görüntülerini duygulanarak izliyorsunuz. Kediler nankör bellenmiştir; ama kedigillerin en görkemlisi bu sözü yazısız tekzip ediyor bu videoda.



Afrika’nın otlaklarındaki, ormanlardaki hayvanlar ne duygusal zekâ, ne kişisel gelişim ne de halden anlama yani empati eğitimi almazlar. Hoş, bu eğitimleri defalarca alan insanların hemen hepsi neredeyse bu kavramlardan hiiiiç haberi yokmuş görünürler! İnsanların görünmez yeteneği içten pazarlık, hayvanlarca bilinmez. Kendinde varmış yokmuş bakmaksızın her fırsatta insanlık söylemlerinde bulunup da söylediğinin tersini yapan insanlar gibi olsalardı ya bir de?



İşte burada düşünmeden edilemiyor. Pençesi, yeri bile incitecek aslanlar kendilerini bugünlerine getirmiş insanlara sarılırken ya insanların tavrı ne oluyor bir yerlere gelmelerini sağlamış insanlara? Kendi başına asla gerçekleştiremeyeceği her şeyi başkaları sayesinde elde edip, şimdi hatırlı olabilmiş insanların kaçı o aslan yavrusu gibi bugünlerini borçlu oldukları kişileri işleri bitince hala umursuyor? Hem de nasıl hatırlı olur olmaz sırtlarını mı dönüyorlar yoksa vaktinde kendilerine arka çıkmışlara? Yetmedi bir zamanlar kendisinin kurtulmak istediği koşullardan daha beterinde bugün çırpınıp duranları görmezden gelip, arkasını mı dönüyor yoksa?

 

İnsanlık kavram öğrenilmiyor; anca gösterilebiliyor, halden anlayarak. Halden anlama yoksa ne kadar pahalısından giysiler içinde göz boyansa da o giysilerin içindeki biri her anlamda insan olmayabilir. Ne denmişti; “ne giysiler gördüm içinde insan yok; ne insanlar gördüm üstünde elbise yok!” Zira kılığa bakmıyor insanlık kavramı. Kılığın içini doldurmakla değil, kavramın içini boşaltmamakla ilgili çünkü.  Değer, eğer tek kendisi incinmesin de başkalarına ne olursa olsun anlayışına dönüşmüşse insanlık alıp başını en uzaklara gitmiştir; o baştan, o yürekten. Hayvanlarda da yürek var. Onlarınki bazen insandan da insan üstelik.

 

Saksağanlar hayvanlar âleminin gizli kralları aslında, aslanların bundan haberi olmasa da. Belgeselde izlemiştim, sıkı bir düzen içinde yaşarlarmış. Her dişi saksağan anne olamazmış,  onlar teyzelik yapmalı imişler. Yuvayı, yavruyu korumaları beklenirmiş teyze saksağanlardan. Bekleneni yapmayan saksağanın cezası topluluklarından sürülmek imiş. Yuvaya öyle göz kulak olurlar ki etrafında serçe dahi uçurtmazlar. Havadaki şahinlere kadar tek başlarına da olsa peşinden yetişip, kuyruğunu, kanadını gagalarlar. Ki saksağan gagası güçlüdür.

 

Yine internette gezinen bir video vardı vaktinde. Bu kez bir bebek bulan insan değil, maymun idi. Nasıl oldu ise çocuklarını ormanda unutmuş bir ailenin bebeğini bulan maymunlar ona kendi yavruları imişçesine bakıyorlar. Sonunda kayıp bebeğin yerini keşfeden insanlara bebeği vermemek için sergiledikleri mücadeleyi anlatıyordu video. Ki bu tür öyküler mitler ile de aktarıla gelmiş bugüne.  Buldukları insan yavrularını emzirip, sütü ile besleyerek yetiştiren ve sonrasında simgeleşmiş canlılar vardır, malum.  


Kimimiz insan doğmamıza karşın yeterince insancıl olamıyor iken sahibi ölen köpeklerin, sahiplerinin mezarları başından ayrılmadığını biliriz. Atların da. Sahipleri üstlerinden düştüğünde onları çiğnenmemek için atlar sakatlanmayı göze alabiliyor ki bacağı kırılan atın düşeceği durum malumdur. Nasıl olduysa evlerinden ve sahiplerinden binlerce kilometre uzaklaşmış kedi köpeklerin bazısı yıldızlara bakarak yol alıp, yuvaları belledikleri evlere dönerlermiş ille.



Hesap kitap peşinde, işine gelmeyene selamı sabahı bile olmayan, başka insanların yararına bir şey yapmayı değil, hep kendi çıkarına bir şeyler yapılsın anlayışındaki çoğu insandan daha insancıl olabilen hayvanlara bakışımız farklı farklı olabiliyor. Bazen hayvan sevmek, bir hayvanı evde besleyip doyurmak, belli saatlerde tasma ile sokakta gezdirmek olarak dışa yansır. Kimisi evde baktıkları hayvanlarını can yoldaşı bellemişken kimisi de sırf hıncını yansıtacağı bir canlı olarak görebiliyor onları. Öyle ki eve aldığı canlılara yapmadığını bırakmıyor. Dövüyor. Hatta daha neler neler…



Günde bir kez yal yiyen Kangal köpeklerinin sırtlarının arka bacaklarına kavuştuğu nokta aslanlarınki gibi eğimli olurmuş. Bu, onlara hızlı koşma, dayanıklı olma özelliği kazandırıyormuş. Kangallar tıpkı Aksaray Malaklıları gibi bekçi ruhlu olduklarından geceleri ortalığı kollar, belli bir alanı kolaçan ederlermiş. Yanılmıyorsam her gece dağ bayır en az kırk kilometre koşarlarmış. İnsanın en büyük korkulardan biri tutsaklık olmalı. Hal böyle iken tüm doğası ormanlar, gökler, uçmak, geceleri koşmak olan bir canlıyı doğasından mahrum kılıp, dalda ötecek bir kuşu kafese tıkmak, kanatlarının anlamını ondan almak ne denli insanlıktır?

 

Mayıs’a gelmeden kırmızının en arsız tonuyla gülümseyen gelincikler gibi kır çiçeği olmayan gelincikler de var. Bazen metruk taş, ahşap evlerin çatılarında, ıssız odalarında rastlanan küçük, çok da sevimli bir hayvanın da adı gelincik. Kolay kolay ortalıkta görünmediklerinden oralarda olduğu sağa sola bıraktıkları izlerinden, tıkırtısından anlaşılır.  En çevik canlılardan imişler. Korkutulduğunda insanların üzerine sıçrayıp, ısırdığı olurmuş. Bu yüzden bir gelincik görünce hiç bir şey yapılmamalı imiş. Dahası “benim tatlı kızım, gelinciğim, sen çok güzelsin” gibi laflar bile denmeliymiş. Gelincikler iltifat duymaya pek düşkünmüş zira. Onlara bir kötülük yapılırsa asla unutmazlarmış. O denli de kin beslermiş kötülük gördüklerine karşı.  Zehirli tükürükleri ile suya, yemeklere tükürür ve üzücü olaylara sebep olabilirlermiş. Yok, ona bir şey yapılmaz üstelik tatlı dil dökülürse gelincik de dostluğunu gösterir, sessiz bir anlaşma içinde o kendi dünyasında, insanlar da kendi dünyalarında yaşar giderlermiş. Gelincikli evler gördüm; orada yaşayanlar, onları incitmemeye olanca güçleriyle çabalıyorlardı.


Köpekler, tek çobanların eşlikçisi değil. Bir başına kalmış insanlar için de bekçi oluyorlar. Hatta can yoldaşı. Öyle ki artık kimsesi kalmamış yalnız insanlardan, köpeklerini gezdirdikleri parklarda karşılaştıkları başka köpek sahipleri ile tanışarak bir de insandan arkadaş edinenler bile var. Gözleri görmeyen pek çok insanın rehberi onlar. Depremlerde insanların tek umudu yine köpekler. Baygın, susuz olduğundan sesi çıkmayan göçük altında kalmışların yerini onların burunları buluyor. Üstelik depremi daha olmadan fark edip, havlayıp farklılaşarak anlatabiliyorlar. Ne patilerinin yerle bir olmuş bir kentte her yanı kaplayan cam kırıklarından,  yıkıntılardan yaralanmasına aldırıyorlar kurtarılacak insan olduğunu anladıklarında ne de bir yaşam izi bulduklarında oradan ayrılıyorlar ta ki kurtarma ekipleri yetişene kadar. Köpekler sadakatleri ile bilinirken kaç insan bırakın başka insanları kendi değerlerine, kendine sadık kalabiliyor? Önüne katılıp, yükseklere havalanabileceği bir soluğu arkasına alabileceğini fark ettiğinde?


Kimi yeni yetmelere babaları lüks araba almıştır, cep telefonları en pahalısındandır ve karne hediyesi olarak verilmiş yavru köpekleri birkaç bin dolardır. Bir kuruş olsun kazanmamış şimdinin bazı gençleri, her şeyin en pahalısını istemeyi kendilerine hak görüyor! Diyelim ki hasta bir sokak köpeğinin sekiz yavrusundan birine olsun ilgi göstermezler; öyle bir köpek onların köpeği olamaz! Çünkü fiyatları birkaç bin dolar değildir. Bedavadır. Cinsleri de yabancı dilde bir ada sahip değildir; Spanish Cooker gibi, Doberman gibi.  Onlar, yalnızca sokak köpeğidir.

 

Alp Dağları'nın köknarlar, ladinler, çiçekler, çamlarında öten binlerce ve rengârenk bülbüller ile bir masal ülkesine çevirdiği Slovenya, Bled'de göl kenarındaki çimlere yatmış kuğuların, ördeklerin yanı başlarından geçerken bizden korkmayıp, istiflerini bile bozmamalarına çok şaşırmıştım. Bledliler, kuğular ve ördekler ile gölün iki yanındakiler idi zira. Sudakiler kuğular ve ördekler, kıyısındakiler de insanlardı. Ne kuğular ne ördekler ne onca bülbül ne de kurbağalar çevrelerindeki insanlardan en ufak bir kötülük görmüyorlar, taşlanmıyorlar, sapanla avlanmıyorlar, tekmelenmiyorlardı. Onlar için insanlar, gölde tekne ile gezinen, bazen yüzen, göl kenarında yürüyen, ortalığı hiç kirletmeyen hatta temizleyen zararsız varlıklardı. Suyun içindekiler ve dışındakiler birlikte yaşayıp gidiyorlardı, biri diğerine zarar vermeksizin. Orada doğanın dengesini de, insanın ne demek olduğunu da göl manzarasında doya doya duyumsamıştım.


Heykellerin çoğu insan biçimlidir; ama ruhları yoktur. Ruhsuzsa cansızdır yani soğuktur. Bir heykel gibi şeklimize ithafen insan olarak algılanmak yerine elimizden çıkan, dilimizden dökülenler, bir yaraya ilaç olabilen hallerimiz ile de insan olmadıkça yürüyen, konuşan, yemek yiyen heykellerden farkımız kalmaz.

Not: Ziya Dedemden: “Sureta insan olmayın!”

  Bu yazı 1571 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI