Giderek demlenen cehaletin kuru gürültüden farkı yok. Kimsenin başının da gürültü kaldırası yok. Yok, yok ama cehalet çomağının kırdığı teker sesleri her yanda… “Tekerlek kırılınca yol gösteren çok olur” denir, biliriz. Demek ki akıllar, tekerleklerin kırılmasından sonrası için değil, öncesi için. Deee… Bunu akıl etmek de akıl işi olunca…
İnsanın en büyük icadı olarak bilinen tekerleği kırmamak, sağduyu, bilinç sahibi olanların en büyük başarısıdır. İnsanlığın en büyük buluşu sıcak banyo diye bellenmişken insanın en büyük buluşunun tekerleğin icadı olduğu daha ilkokulun başlarından öğretilmekte idi. Oysa bu icadı sırf gece yarıları herkesin uyuduğu, ders çalıştığı saatlerde lüks araçları ile drift atabilmeleri için sanan korkutucu bir yığın var şimdilerde. Hem de en pahalısından her markadan haberdar; ama ne insanın ne de insanlığın en büyük buluşundan haberdar değil böyleleri. Kim ve ne olduklarını öğrenmek bir yana bilgi yerine masalımsılar ile yetişen daha en çok yirmi beşindekiler, cehaletin kofluğundalar, hallerine bakınca. Aflatoksin içererek küflenmekteler. Oksitlenmişler, paslanıyorlar. Demir, pas tutmamalı oysa.
Üstelik bu yirmilikler, görünürde eğitimden geçmişler ya da geçmekteler. Yine de nasıl oluyorsa oluyor hiçbir konuda hakkıyla eğitilmemişler ile dolu her yan. Dilimize kadar! Türkçeleri “aynen öyle”, “bakarız”, “hallederiz”, “diooosun” gibi üç beş sözcüklük dağarcıkta. Yazı dilleri, bilgisayar klavyesinde biçimlenmiş halde. Çarpıtmaca, hayatlarının gerçeği olmuş da farkında bile değiller. Ki sağduyu olmayınca bilinç olmayacağından farkındalık nasıl olsun ki? Diyelim ki iki bin, beş bin, on iki bin yıl öncesine uzanan tarihini, evveliyatını, edebiyatını bilmedikçe, matematiği tek yurtdışındaki sahil kenarı restoranlarda ödenen faturadaki rakamlar, düşünür denince de Aristo, Sokrat, Nasreddin Hoca, Yunus Emre, Descartes’ları değil de kimisi pek vurucu, pek anlamlı kamyon arkası lafları edenleri sanmayıp da ne yapacaklardı?
Eğitim, attığın adımı da, o adımdan doğacak sonraki en az on adımı da hesaplayabilenler yetiştirmektir. Hesap kitap yapabilmektir yani tümden. Akıl yürütebilmektir. Kerrat Cetveli bilinse bile karmaşık bir geometrik şekil görünce dantel ya da ünlü bir markanın kendine has desenleri sanmak değildir haliyle. Eğitim, budayıp, aşılayıp çalıyı meyve veren ağaca dönüştürmektir. Sakız çalısının, damla sakızı veren sakız ağacına dönüşmesince.
Cehalet çalısı, meyve vermez. Hiçbir dikenin meyvesi yoktur; ama tohum saçmaya gelince önüne geçilemez. Cehalet, bitek tarlayı ayrık otu gibi bürürse, o tarla çoraklaştırır. Haritamız, koskoca bir cahil çölüne dönüştü, vahalar giderek azalıyor, tuh ki!
Çölün ortasında bir vahaya rastladığınızda arkandan gelenlerin önünüze geçmesini istemediğinizden kana kana içtiğiniz pınarı dinlenmeye geçmeden önce zehirlerseniz tekrar susadığımızda o suyu artık içemezsiniz. Çünkü elleriniz ile zehirlemiştiniz! Gözü bürüyen hırs, an olur işte tam da böyle kendi tekerine bile çomak sokturur! Kendi tekerini kendi elleri ile kıranlar nedense kendilerini değil de hiç olmayacakları suçlar. Bu da doğrunun tekerini kırmaktır.
Cehalet sergisini andıran şimdiki tabloya bakınca… Bizi geleceğe, daha ileriye taşıyacak eğitim tekeri kırılmış da haberimiz yok. Ağlanacak hale gülünüyorsa ileri, uygar bir toplumun yansıtacağı her şeyden yani bilimden, sanattan, edebiyattan, toprağın, doğanın anlamını, değerini bilmekten yerle gök kadar uzak kalınmıştır. Nerede kaldı göklere kanatlanmak! Uçmak için bile teker gerek malum, yerde koşarak hızlanıp, havalanacak uçaklarda. Uçağın tekeri kırılmışsa, kanadı da kırılmış sayılır. Kağnıdan uçağa değer katan, yol aldıracak ilk unsur, tekerleklerdir.
Diyelim ki çalışma hayatında kazanılan asgari ücret ya da daha hallice gelirler ile bir ev sahibi olmaya gücü yetmeyen emekli ya da dar gelirli gibi kesimdekiler ağzını açınca dişlerinin tamamını görmek olası değil artık. Ağızları çürük, dökük dişle dolu. Hastaneden randevu bulunup da alınamıyor diş tedavisi için, özele hiç gidilemiyor. Hastanelerdeki tedavinin ne kadarı bizlere ücretsiz, ne kadarı zaten nicedir bomboş cebe bakar, malum. Tıpkı hastanede gözlük numarası yazılsa da gözlük alırken bazen en azından asgari ücretin tamamı ya da belli bir kısmının cüzdandan çıkması gibi. Ağır hastalıkların ilaçları bulunamıyor bile, para varsa edinilebiliyor tek. SMA hastası çocuklar bir an iyileşmedikçe önlerindeki kalan kısıtlı zamanları içinde toplanabilecek bağışlar ile yaşama tutunmak için bekleşiyor. Randevu alınamaması ya da doğacak masrafların karşılanamayacak olması yüzünden gidilemeyen hastaneler, bir yerlerdeki kupkuru binadan öteye geçemiyor. Oysa yakın zamana dek böyle sorunlar bilinmezdi, akla dahi gelmezdi.
Pek seçkin öğrenciler arasından tıp fakültelerine girmiş, tüm eğitim geçmişi, şeceresi apaçık ortadaki doktorlarımız, hasta yakınlarının, gelen gidenlerin hırpalamasından daha da kötüsü hayattan koparılmaktan yıldıkları, bunlar ile baş edemedikleri için başka ülkelerin hastanelerine kaçmak zorunda kalınca bizim hastanelerimiz doktorsuz kalıyor. Hastanelerin kırılma noktaları, doktorlarıdır. Doktorsuz hastanelerin tekeri kırılmıştır hem de düz yolda! Sağlık arabasının tekerleri kırıksa eğer, kontak anahtarı üstünde olsa dahi yol alınabilir mi öyle bir araçla?
Binlercesinin her gün yolları çiğnediği araçlar ile dopdolu trafiğin tekeri ne halde peki? Apartmanlardan öte kulelere boğulan, “metro” nitelemesinden “mega”lığa sıçramış beton imzalı kentlerin tekerleri ya? Akşamdan sabaha ithal ürünleri andıran nüfus artışı ile daraldıkça daralan her yanın tekeri yol alabilecek halde mi? Yol kenarlarında rastlanan paramparça olmuş siyah lekeleri andıran TIR lastiklerine mi döndü yoksa kentleri taşıyan tekerlekler?
Toplumsal bağlamda kurallar akış demektir. Akış, bozgunculuğa uğramadıkça yolunda ilerler, sürer. Kurallar işledikçe yani; değerler değersizleştirilmedikçe. Bu anlamda kurallar, değerlerdir. Değerlerin içinin boşaltılması bozgunculuktur. Düzenin düzgünce işlemesinin kurallar sayesinde olduğunu görmezden gelip, onların sırf çiğnenmek için olduğunu varsaymak, bozgunculuğun ortalıkta dörtnala koşturmasından başka bir şey değildir. Çiğnenen her kural, saygının çiğnenmesidir zira. Oysaki saygı, düzgün işleyişin kök hücresidir. Üstelik de pek saygın olana kadar hiçbir şeye saygı duyulmaz yetmezmiş gibi bir de çiğnenirken tutup saygı görmeyi beklemek tıpkı zehirlediği vahadaki pınardan susadığında su içememeye benzer.
Saygı, tekerleğin ta kendisidir. Bozgunculuk da tekerleğe sokulan çomağın ta kendisi! Saygı, çarpıtmamaktır. Tarihte gerçekte ne olmuş bitmişten biz gerçekte neyiz, kimize kadar çarpıtmadan doğrusunu söylemek, yazmak, öğretmektir. Eğer saygı ağacı değil kesilmek, kabuğunda en ufak bir yara oluşacak olsa bu hal zamanla ağacı hasta edecek, kurutacaktır. Saygı, düzgün gidişin mayasıdır. Çalınıp tuttuğu ne varsa bu maya onlardan hoyratça aşırılmamalı yani çalınmamalı yani çomak sokulmamalıdır. Kırık tekerlek ile yol alınmaz. Yolda kalınır çünkü!
Ne derler; “ön teker nereden giderse arka teker de oradan gider”. Ön teker, çukura düşmemeli, çamura batmamalı demektir bu. Tekerini kırarak içinde yol aldığı aracı dumura uğratması yetmezmiş gibi bir de sızlanmaya kalkanları, bir eli ile ha bire zeytin ağaçlarını keserken öte eli ile zeytinyağı kesilip, üste çıkmaya çalışanlara benzetmek yerinde olmaz mıydı?