Bugun...
SON DAKİKA

O Şiir Üzerine

 Tarih: 18-09-2023 09:10:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

İnsana memleket, köyü, kasabası. İnsanlığa memleket, dünya.  Kuşa dal, sincaba ağaç kovuğu. Yosuna su.

 

Göbeğinde görünmez kuşağı Ekvator;  başının üzerinde kuzey, ayağının altında güney kutbu; denizlerin çevrelediği adı anakaraya çıkmış yedi dev adalı yani kıtalı Dünya’nın bile memleketi var; Evren.  Bir insan için ilkten memleket, kök. Köy yani.

 

Anneler, kendinden doğulandır; memleket üzerinde doğulan.  Uzaklardayken sıla diye anılan memleketi en iyi anlayanlar da, anlatanlar da gurbettekiler. Bir de şairler var tabii. Kimi şair kendi memleketi yerine düşlediği memleketi anlatmış. Cahit Sıtkı, “Memleket İsterim”   diyerek betimlemiş, bir göz açıp kapamalık ömür bilindik süreç içinde nasıl bir yerde konaklamak istediğini.

 

Gök, gök gibi yani mavi; toprak da toprak gibi olsun istemek, çok da bir şey beklemek değil. Göğün şimdiki gibi spreylenmekten ekose masa örtüsüne benzetilmediği, olgun başakların salındığı tarlaların ovalar dolusu uzanıp gittiği,  her yanından iri zümrüt tanecikleri sarkan zeytin dallarının kalkındırdıkça kalkındırıp, borç harç bırakmadığı dönemlerde bile dalın yeşil, tarlanın sarı olmasını arzulamak, memleket için en iyisini dilemekten başka ne olabilir?  

 

Kim istemez, “ne başta dert, ne de sıla hasreti olsun”? Kim ister “kardeş kavgasını”? Hz. Âdem’in çocuklarından beri süregelen bu konuyu da atlamamış Cahit Sıtkı, kısacık şiirinde. Cahit Sıtkı,  dünyadaki eli kalem tutmuşların çoğunun içerlediği o en çetin konuyu nasıl da bir çırpıda söyleyip çıkıvermiş işin içinden. O yüzden Cahit Sıtkı ya zaten…

 

Komşusu açken tokun uyumaması gerektiği gerçeği çoktandır unutulmaya yüz tutmuşken bir anlamı var mı hala “ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun” dizesinin? Zengin mi zengin olmasın ki fakir mi fakir de olmasın tabii. Çiftçi, tek çiftçi olarak anılmasın, “milletin efendisi” diye vurgulana vurgulana anılsın! Pişmiş topraktan en eski tabletlerden en hatırlı şiirlere yakınılıp durulan bu sitem, şimdilerde sitemden çok öteye geçti!

 

“Kış günü, herkesin evi barkı olsun” diyen Cahit Sıtkı’nın yaşadığı dönemde de bugünlerde sayıları her gün artan evsizlerden seyrek sapan varsa da İstanbul’un hala İstanbul olduğu, dağlara tepeden bakan kulelerce perdelenmediğinden yedi tepesinin bir bir sayılabildiği o günlerde mutlak gözetilmişlerdi. Evsizlere ya da ödeyemediği kira borcu yüzünden evden atılanlara rastlanılmayan o vakitler belki de tek dağda yolunu şaşıranlar ile yolda tipiye yakalananlar donuyordu soğuktan.  

 

O son dize yok mu hele? “Olursa bir şikâyet, ölümden olsun!” Daha önceleri de Karacaoğlan’a kadar hep şikâyet edilmemiş miydi zaten böylesi göçten? Belli ki bugüne dek ölümden yakınma nasıl sürdüyse bugünden sonra da sürecek.

 

Cahit Sıtkı Tarancı, yaşayıp da şimdilerde yazmış olsaydı “Memleket İsterim” şiirini,  bugünün kıyıcılığı üzerine eklemeleri olurdu elbet. Belki başka şeyler de söylerdi. Öyle ya, memleket nere artık? Şimdilerde memleket doğulan dağ eteğindeki köy değil, sırta vurulan denk ile taşı toprağı altın diye yola düşülüp gelinen, yarı aç yarı tok olunsa da güya doyulan yerler olmuşken. Şu bir gerçek ki tarlaları taşlı, toprağı çorak doğulan köylerin yerini, taşı toprağı altın bilinen ve göçler ala ala ne taşı, ne toprağı ne de denizi kalmayan yerler asla alamadı. Her yaz, bayramlarda gurbetçilerimizi görmüyor muyuz; memleketlerini, köylerini, kasabalarını görmek için binlerce kilometre uzaklardan yola çıkıp, gece gündüz direksiyon başındalar.   

 

 

İster köyü kenti olsun, ister dünyanın tümü… Tek insanlara mı memleket bu hava, bu kara, bu sular, dağlar? İnsan memleket diye yanıp tutuşurken kuşlar da yuvalarını en az insanlar kadar sevmez mi? Hangi aslan kedileşmekten hoşnuttur sıkışıp kaldıkları, daraldıkça daralan onlara memleket ormanlarda? Hangi vaşak oldu olası ona memleket olmuş karlı dağ silsilelerinde, ormanlarda av olmadan gezebiliyor rahatça? Kuşlar için memleket gökyüzüyken en güzelinden de olsa kafesin anlamı kanatsız kalmak değil mi onlar için? Kanadının sesi bulutları selamlamadığı, nice yükseklikten tüyünün yavaşça yere düşmediği kafesler memleket olabilir mi kuşlara? Soğanı hangi dağ yamacından, ovadan kanırtılarak sökülmüş hangi orkide saksısından memnun? Betondan kulelerde ağacı, çiçeği, çileğin çeliğini elindeki tabletten gören çocuğun memleketi nere, çocukluğu nerede? Dünyayı kendine dar eden insan, başka canlılara da hatta dünyaya da dünyayı daraltmakta.

 

Göğü boncuk mavi, tarlaları hasat sarısı, yaylalarının dağlarına beyaz bulutların kara gölgelerin düştüğü memleketlerin uzanıp gittiği bir dünyaya sil baştan başlamak mümkünsüz gibi. Kirletilip, yakılan, deşilen, zehirlenen, hasta edilmiş bir dünyadan sağlıklı ve doğal bir dünya, sil baştan mümkün değilken silinenlerin dünyası olmak varmış… Neler silinmiyor ki şimdi yeryüzünden… Canlı türlerinden, ormanlardan, zeytinliklerden, göllerden, dağlardan, sahillerden, kadim her şeyden depremde haritadan silinen kentlere dek.

 

 

Ederi belki de kuruş ile ödenmiş bir eski kitapta okunmayı bekleyen “Memleket İsterim”  gibi şiirler ve o şiirleri yazan duyarlılıktaki yürekler hala varken dünyayı kurşun kalemle çizilmiş bir resimmişçesine silgileriyle silmeye çalışanlar bu dizeleri hiç duydular mı acaba?

  Bu yazı 279 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI