İlave etmem gerekir ki, mezkûr kitabın başlangıcında yani 1976 başlarında, “Kaya Çukuru” başlıklı Likya ve Karya Bölgesini kapsayan ve başta da mübadele ile terk edilmiş Kaya Köyü ve çevresini konu eden öğretici ve tarihe not düşen bir yazı var, herkesin seveceği türden…
Nisan 1972; Yazar Melih Cevdet Anday ile arkadaşları Şadi Çalık ve Oğuz Akkan İstanbul'dan İzmir'e gelip orada kendilerine katılan Vedat Mavitan ile birlikte, Urla, Seferihisar ve Çeşme’yi kapsayan birkaç günlük bir tatil yaparlar. Bu kısa gezinin, kendisine hatırlattıklarını, öğrettiklerini ve tanıklıklarını, araya tavla oyunlarını, uzun sohbetlerini ve rakılı yemekleri de katarak not tutmaksızın sonradan sadece hatırlanan bölümlerini keyifle okudum.
İzmir’i bidayette şöyle tanımlıyor; “Karşıyaka’yı İzmir’e bağlayan kıyı asfaltını ilk görüyorum. Koydan her iki yakaya bakınca, şu birkaç yıl içinde yükselmiş olan koca yapıların yoğun oylumu, sonradan bulunmuş çok eski kentlerin, gizi daha çözülmemiş tapınakları izlenimini bırakıyor bende. Değişmiş İzmir’in görünümü; gerçi karşı durulmaz bir şeydir bu, ama eskiyi aramanın bir türlü vazgeçilmeyen tutkusu da insansaldır ve bunda kafanın eskiliğini bulmak boşunadır.”
Urla İskele için yazılanlara bakar mısınız; “Karşımızda ikisi büyük üç ada var, solumuzda kara, denize doğru bir burun yapıyor. Üç adadan en küçüğü, karaya en yakın olan Klazomenai Adası (şimdi Kirizman diyorlar), ortadaki küçük bir kara parçası, Monopetro adı, eskiden beri. Soldaki büyücek ada ise Pırnalı diye anılıyor… Klazomenai, gerçekte yalnız o adanın değil, o ada ile birlikte kıyıdaki kasabanın, bugün İskele dediğimiz yerin de adı idi eskiden.” İlaveten de; “Anlaşılan şudur; Klazomenai kentinin limanı karşıdaki adada idi ve kenti ada ile birleştiren mendireği İskender yaptırdı.” diyerek benim bilmediğim yeni şeyleri de öğrenmemize vesile oluyor.
Daha önceleri, benim yine önceki öğrendiklerimden aktararak yazmış olduğum, Urla İskele ile Seferihisar Sığacık limanının bir kanalla buluşturulması mevzusunu burada da buluyorum. “Her şeyden önce İskender, Lidya krallarının yakıp yıkmalarından sonra parçalanmış kalan İzmir şehrinin yeniden kurulmasını, Klazomenai şehrinin bir mendirek ile limanın bulunduğu adaya bağlanmasını, gemilerin sahil dağlarını dolaşmak suretiyle yollarının uzamasına lüzum kalmaması için Klazomenai berzahının Teos’a kadar delinmesini emretti.”
Ünlü Yunanlı Şair Seferis, yazarın da anıları arasında yerini almış. Soyadını aldığı kabulü sıkça yapılan Seferihisar’dan “Sivrisarion” olarak söz ettiğinden bahisle “Hangisinin hangisinden bozma olabileceğini düşündüm, kestirip atmak güçtür, ancak bu soyadında kalmış olan sefer sözcüğünün sivri’den çıkma olması da anlaşılır gibi değil. Urla’nın, Vurla’dan gelmiş olması da öyle. Seferis, Vurla diye anıyor kasabayı” konuya giriş yapmaktadır. Lakin devamla, ilk defa öğrendiğim “İzmir Meridyeni batısında uzanan bu yarımadaya, 1941 Birinci Türk Coğrafya Kongresi’nde Urla Yarımadası denilmesi kabul edilmiş, ondan önce Çeşme Yarımadası denirdi.” bir bilgiyi paylaşıyor. Şimdi biz de çıkıp desek ki; “kardeşim biz bu Coğrafya Kongresinin kararını tanımıyor ve değiştirmek istiyoruz… Ne de olsa, bazı kararları tanımadığını ilan eden edene… Ne olur biz de bunu tanımazsak… Neymiş, bence “Çeşme Yarımadası”, nokta…
Urla anılarının devamı için yeni bir yazı yazma hedefi ile uzun uzun anlatılan mübadiller ve önemli yazar ve hukukçu Necati Cumalı ve adına düzenlenen anı ve kültür evi değinmelerini ve ziyaretlerini aklımda tutacağım. Urla anıları Çeşme anılarından çok fazla, hatırlamalı ve hatırlatmalı…
Çeşme’nin pahalılığından tıpkı bugün olduğu üzere o gün de şikâyet var, yazar, “Çeşme’de bir lokantada balık yiyelim dedik, adam bir tabak içinde iki tane karagöz getirip gösterdi, iyi ki fiyatını sormuşuz, 160 lira dedi. Düşünün seksen liraya bir karagöz yiyeceksiniz.” Ne diyelim, Çeşme’nin değerli esnafı bu konuda kafa yormalı… Kafa yorarak çözülecek mesele de değil esasen, Canım Yurdumun neresi ucuz da Çeşme ucuz olacak denilirse de cevabım yok şahsen…
Çeşme’yi anlatmaya devam ediyor yazar; “Birden liman ve karşıda Sakızadası… Çeşme ile Sakızadası arası, İstanbul ile Büyükada arası kadar, Sakız kasabası gözle seçiliyor. Denize bakan (eskiden tam kıyıda olduğu anlaşılıyor) II. Beyazıd’ın yaptırdığı kale büyük, görkemli ve göz alıcı. Kalenin hemen önünde 1770 Çeşme Deniz Savaşı şehitleri için dikilmiş mermer bir anıt var. Deniz kıyısındaki alanda lokantalar, düzenli parklar, beton bir kıyı yolu. Öğle tatili olduğu için kaleyi hemen gezemedik. Yemeğimizi yemek için lokantalardan birine girdik. Tanesi seksen liraya verilen çipuradan vazgeçip ızgara et, peynir ve salata ile karnımızı doyurduk. Acaba o balıkları yiyen olmuş mudur? Neden olmasın! ... Sonra kalenin alçak kapılarından geçip surlara tırmanmaya başladık. Dik bir merdivenden ikinci sura, en sonunda kalenin tepesine değin çıktık. Ne iyi etmişiz, buradan kasabanın görünüşü olağanüstü bir güzellikteydi. Evlerin çoğunun mimarisine hayran kaldık, tümü eskiden kalma idi. Birden Macaristan’da Estergon kalesine çıktığım zaman aşağıda gördüğüm çok güzel bir Türk evini anımsadım. Müze yapmışlardı o evi Macarlar.”
Şimdilerde, mezkûr kalenin aynı yerine çıkınca sadece etrafta yıkım ya da yenileme salvosundan-furyasından yırtan birkaç restore edilmiş ev dışında, güzelim eski liman yok gayri, Marina’ya evrilmiş durumda… Önce yol geçiriyorum numarasıyla liman doldurulmaya başlanır, bu arada “tarihimize sahip çıkıyoruz” teranelerini asla ve kat’a eksik etmeyen muhterem zihniyet, hem de kendi mahallelerinden ekâbir takımının şiddetle karşı çıkışlarına rağmen, 1770 Deniz Savaşı kalıtlarının dolgu altında bırakılmasına sebep olurlar. Sonra Marina yapıyoruz numarasıyla da güzelim liman yatay bir AVM haline getirildi… Emeği geçenleri tarih layığı ile anacaktır umarım…
Evet, kitap eski Çeşme, Dalyan (Köste), Ilıca özlemi çekenlere bir nebze de olsa nostaljik anlar yaşatmakta olup okuyacakların asla unutamayacakları hatıraları olacaktır…