Daha çok… Daha çok para! Çok kazanma hırsıyla Çeşme’ye göz dikenler, acımasızca talanlarını sürdürüyorlar. Bir yanda otel ruhsatıyla diktikleri beton yığınlarını rezidansa dönüştürerek astronomik kazanç peşinde koşanlar, diğer yanda denizlerimizi kirletenler…
Çocuk kitapları yazarı olarak denizlerimizin giderek kirletilmesine ve yok olmasına dikkat çekmek amacıyla bir öykü yazdım. Büyüklerin ders alması umuduyla paylaşıyorum.
……
KÜSKÜN DENİZ
Kış güneşi turuncu rengiyle Ege’nin lâcivert sularında yıkanıyordu. Mustafa, balkonda bu doyumsuz manzarayı izlerken annesi, “Oğlum gir içeriye. Hasta olacaksın,” diye seslendi.
Mustafa, annesinin uyarısı üzerine içeriye girdi.
Mutfağın kapısından kafasını uzatarak, “Bu gece ben de babamla balığa çıkmak istiyorum,” dedi.
Yaklaşık bir aydır balığa götürmüyordu babası. Annesi, “Akşam babana söyle ama bu havada zor,” deyince Mustafa’nın yüzü düştü.
O akşam babasının kahveden dönmesini bekledi sabırsızca. Sofrada çok sevdiği enginarlı pilavı kaşıklarken babasına baktı. “Baba, yarın cumartesi okul yok. Bu gece ben de seninle balığa çıkabilir miyim?”
İsmail, oğlunun bir dediğini iki etmezdi. Güzel havalarda birlikte çıkarlardı. Ama bu kez durum farklıydı. “Hava çok soğuk, gecenin ayazında donarsın.” dedi.
Mustafa ikna olmamıştı.
“Hava çok soğuksa sen neden gidiyorsun?”
“Ben yıllardır denizdeyim oğlum. Kışın ayazına, yazın sıcağına alışkınım.”
“Beni soğuk havalarda götürmezsen senin gibi usta balıkçı olamam ki!”
Ayşe Hanım dayanamadı:
Sen okuyup adam olacaksın oğlum. Balıkçı olursan iki yakan bir araya gelmez. Dedenden kalan enginar tarlasıyla zeytin ağaçları olmasaydı yanmıştık. Bak, çok istediğin halde tablet bilgisayar alabiliyor muyuz?”
Balıkçı İsmail eşine ters, ters baktıktan sonra Mustafa’ya döndü:
“Aslanım hem okuyup iyi bir meslek sahibi olacak hem de usta bir balıkçı… Şu poyraz fazla sürmez. Birkaç gün sonra birlikte gideriz…”
***
Sabaha karşı gün ağarmadan uyandı Mustafa. Pencerenin önündeki kanepeye oturdu. Perdeyi açtı, cama dayadı yüzünü. Buz gibiydi… Cam buğulanmıştı. Eliyle sildi. Teknelerin parıltıları uzaktan ateş böceklerini andırıyordu.
“Ben de orada olmalıydım,” diye mırıldandı.
Bir süre sonra güneşin ilk ışıkları, tepedeki zeytin ağaçlarının arasından süzülerek sahile doğru akmaya başladı. Mustafa bu doyumsuz manzarayı izlerken birden kalktı ve annesine seslendi:
“Anne, tekneler dönmeye başladı. Babamı karşılamak istiyorum. Gidebilir miyim?”
Annesi mutfaktan seslendi:
“Git ama paltonu giy. Bereni de tak.”
Mustafa annesinin dediklerini yaptı. Merdivenleri birer ikişer atlayarak avluya indi. Karabaş, Mustafa’nın ayak seslerini duyunca kulübesinden çıktı. Sahile ineceğini anlamıştı. Patilerini kaldırarak önüne dikildi. “Ben de gelmek istiyorum!” dercesine garip sesler çıkarıyordu.
“Hadi gel bakalım,” dedi Mustafa ve avlunun iğreti tahta kapısını açtı. Birlikte koşarak sahile indiler. Tam o sırada iki tekne art arda suları yararak barınağa girdi. Babası yoktu. Teknede bulunanlardan biri Mustafa’ya seslendi:
“Hayrola evlât, Ne işin var bu saatte?”
“Babamı bekliyorum Hasan Amca.”
“Bütün gece ayazı yedik ama boşuna. Belli ki deniz bize küsmüş. Gerçi baban inatçıdır, boş dönmez o. Hadi sen fazla üşüme, evine dön oğlum.”
Mustafa beklemekte kararlıydı. Hemen arkasındaki alçak duvarın üzerine zıpladı ve oturdu. Bir süre sonra diğer tekneler barınağa girmeye başladılar. Balıkçıların yüzleri asıktı. Belli ki onlar da umduklarını bulamamışlardı.
Mustafa balıkçıları izlerken Karabaş havladı. Karabaş boşa havlamazdı. Ufka doğru baktı. Yaklaşan iki teknenin siluetini gördü. Teknelerin birinde babası olmalıydı. Motorların sesi hüzünlü bir ezgi gibi rüzgâra karışıyordu.
Birkaç dakika sonra Balıkçı İsmail’in teknesi göründü. Çok geçmeden kuğu gibi süzülerek barınağa girdi. İsmail, dudağına yapışmış izmariti alıp attı. Tahta iskeleye yanaşırken Mustafa’ya baktı. Urganı ona attı. Mustafa urganı bir hamlede kaptı ve iskeleye bağladı. İsmail tekneden atladı. Diğerleri gibi o da eli boş dönmüş sayılırdı. Sadece bir kasa balık vardı. Birkaç kilo lidaki, barbun ve para etmeyen hanos…
Birlikte kooperatife doğru yürüdüler. Lidaki ile barbunları teslim ettiler. Hanosları eve götürmek üzere bir torbaya koydular. Mustafa hanosu çok severdi. Annesi tavada çok güzel yapar bu balığı. Tadına doyamaz, parmaklarını yerdi adeta.
Kooperatiften sonra fırına uğradılar. Kahvaltı için gevrek ve boyoz aldılar. Elbette Karabaş’ı da unutmadılar. Boyozun kokusunu alan Karabaş sevinçten zıplamaya başladı.
Denizin bu denli cimri olmasına bir anlam veremiyordu Mustafa… Bütün balıkçılar emeklerinin karşılığını alamadan dönmüşlerdi.
Eve doğru tırmanırlarken, “Balık neden az baba?” diye sordu Mustafa. Yanıt vermedi İsmail. Yorgun ve üzgündü. Sadece başını iki yana salladı.
Evlerinin bulunduğu sokağa vardıklarında durdu Balıkçı İsmail. Bahçe duvarına yaslandı. Oğlunun omzunu tuttu. Denize doğru döndüler. Körfez ve adalar uzaktan çok güzel görünüyorlardı. Dışarıdan bakınca her şey çok güzeldi ama deniz içten içe hıçkırarak ağlıyordu. Balıkçı gözlerini ufka dikti:
“Bak oğlum, şu adaları görüyor musun? O adaların etrafı balık çiftlikleri tarafından kuşatılmış durumda. Denizi hoyratça kirletiyorlar. Şu sağ uçta, Gerence’de orkinos çiftlikleri var. Bunların bütün atıkları denize boca ediliyor. Birkaç yıl önce büyük bir gemi orkinos çiftliğine gelirken adalardan birinde karaya oturdu ve batma tehlikesi atlattı. Bu arada denizden sızan tonlarca yakıt denizimize aktı. Ildırı’dan, Dalyan’a kadar tüm sahil kapkara yağla kaplandı. ”
Balıkçı İsmail anlatırken yüzündeki çizgiler derinleşiyordu:
“Sadece onlar mı? Biz de suçluyuz. Bazı gözünü para hırsı bürümüş yamyamlar dinamitle ve siyanürlü yemlerle denizi ve balıkları talan ediyorlar. Büyük, küçük demeden tüm balıkları avlıyorlar.”
Mustafa üzgün bakışlarla babasını izliyordu. Balıkçı çok doluydu. “Bitmedi oğlum,” dedi. Ve devam etti:
“Denizlerimizde tüm zararlı atıkları temizleyen canlılar da yaşıyor. Örneğin denizkestaneleri ve deniz patlıcanları gibi… Bunlar yabancı ülkelerde iyi para ediyor. Bunu bilen vatan hainleri deniz dibindeki bu canlıları toplamaya başladılar. Denizimizi arıtmakla görevli olan bu canlılar yok olmaya başlayınca kirlenen denizde balıklar nefes alamaz oldu. İşte sorunun yanıtı bu oğlum… Bunun önüne geçmek için hepimize büyük görev düşüyor. Denizlerimizi birlikte korumamız gerek.”