Bugun...
SON DAKİKA

Hava biraz kasavetlendi, aynen benim içim gibi...

 Tarih: 16-07-2024 13:57:00
SERVET ÇOLAK

Günaydın Can-Canlarım;
     Küçücük dünyamızda, babalarımız başta olarak, büyüklerimizi ne kadar muhteşem görürdük...adeta en, en kuvvetli, en baba, en sevecen en korumacı onlardı...gurur duyardık varlıklarıyla. Üzerimizde, daimi bir koruyucu el, sığındığımız limandılar...Onlar başımızdayken, her tehlikeden, her kötülükten korunmuş arınmış sanırdık kendimizi...ağlama duvarımızdılar, dert ortağımızdılar, devlet kapımızdılar...her şeyin iyisini, doğrusunu onlar bilir, bizim için de yaparlar güvencemizdi...saygı ve sevginin beslediği bir otorite, zamanında dünyanın en yumuşak yastığı, yerine göre de varlığına hürmeten çekingenlikti yansıttıkları his...küçükken korumamız, büyüdükçe dert ortağımız, çekingenliğin izin verdiği kadar hislerimizi paylaştığımız merci idiler, tüm büyüklerimiz...çünkü böyle yetiştirildik...
     Arkadaş denince de akan sular dururdu. Heyecanla bir sonraki buluşmanın planını yapar, birbirimizin ''en'leri'' olamamaktan başka derdimiz yoktu...en iyi arkadaş, kanka, vaz geçilmezi olma sevdasından vaz geçmezdik...hatta perçinlemek için 'kan kardeşi' bile olurduk, birbirimizin parmağını kanatıp, yapıştırarak...hiç ayrılmayacak gibi, üstüne daha büyük bir tutkunluk olmayacakmış gibi...adeta paylaşmak istemezdik kimselerle, bizden daha çok sevilmesinler diye, sahiplenirdik bir anlamda...aksi bir hamlede küserdik, orta parmağımızı işaret parmağının üzerine koyarak, 'boz!' diye uzatırdık en minik kırgınlıkta...en fazla iki gün sürebilecek bir dargınlık, vaz geçme hatta içimizi kemiren kızgınlıkla...unutulur giderdi, eski halimize döndüğümüz an itibariyle...çünkü, kimselerle paylaşmak istemezdik, sadece bizim olsun isterdik...çocukluk işte...
     Birbirimizi evlerimize davet eder, ebeveynlerimizle tanıştırırdık; ''en iyi arkadaşım, kan kardeşim diye!'' Kim bilir kaç kişi olmuştur, artık sayılarını bile unuttum. Vefasızlıktan değil, haa! Ayran gönüllülükten...bir-iki senede bir değişirdi bu ''en''ler, yerlerini başkaları doldururdu, daha çok tanışlar, yakınlaşmalar oldukça...Büyüyünce ne değişti? Sosyal aktiviteler genellikle! Bu vasıtayla tanıştıklarımız, hatta ve hatta daha fazla arkadaş edinmek, etrafımızdaki sevgi ve anlayış halkasını büyük bir çembere çevirmek...Kötü mü oldu?? Yooo! Daha çok insan tanıdıkça, hislerimiz değişti, daha seçici olduk, bazen de egoistçe, yeni yeni aktivitelere dalarak, eskileri bir nebze ihmal ettik...Ettik canım, ettik, hiiiççç inkar etmeye kalkma! Daha güzel vakit geçireceğimiz hobiler, tutkular bulduk, cazibe oraya doğru kaydı ve yeni yeni sevdalara, uğraşlara daldık...nankörlük mü acaba bunun adı? Sanmıyorum hislerimizde bir değişiklik olduğunu! Ancak yavaş yavaş yörünge kaydırdık. O kişileri unuttuk mu? Bir zamanlar her gün beraber olmak için programlar hazırlayan tutku sebebi nereye kaydı...üzülerek söylüyorum, yeni oyalanma şekillerine...
     Onun için de, zaman zaman, kendimi suçlamam eksik olmadı! Nasıl vaz geçtin bazı alışkanlıklarından yeni meraklarla kaynaşınca diye! Belli ki, devir devir, insan hayatında baskın meşgaleler oluyor, bu da zaafları tetikleyince, yeni alışkanlıklar, yeni birliktelikler ediniyorsun...Ancak, bunun albenisi bazen öyle esir alıyor ki bedeni, çabucak yeni yerini benimsiyorsun, oyalanma tarzı sana cazip geldiği hatta tutku haline geldikçe...Ancak, ah o zamansız kayıplar yok mu...işte o zaman kendini suçlama zamanın geliyor; ''ne kadar vefasızmışım, eskiden her günü beraber geçirmek için fırsat yaratırken, ne oldu da, bu kadar ara verdin, adeta uzaklaştın?''
     Eee, insan olmanın dayanılmaz hafifliği de bu! Cazip gelen neyse onun ardına takılarak, yeni bir meşguliyet alanı, dolayısıyla efradı...Ama inanın, hiçbir vakit aynı olmuyor hisler...kendi zafiyetini de idrak edince, egoizm ağır basıyor, değişen devir kılığına bürünüyor...Ancak erken yitirdiklerimiz, zaman zaman aklımızda belirince, işte o zaman ancak suçu kabul ediyoruz...''evet, ben ihmal ettim, çünkü zaaflarım değişti, vaktimin fazlasını doldurdu, eski ye pek zaman ve zemin kalmadı...bu mudur yani??? Yeni merak ve oyalanma şekli baskın çıkınca, eski güzelliklerin üzerine tül sermek??? Bu mudur????
     Ego o kadar baskın ki, hemen kafasını uzatır kenardan, kendini haklı çıkartmak için; ''e, ne yapayım, vakit kalmadı, hem benim eski dostlarıma karşı sevgim azalmadı ki'', gibi büsbütün çukura çeken bir mazeret!!
     Nereden nereye değil mi??? Hiççç, hava biraz kasavetlendi, aynen benim içim gibi...hatalarım su yüzüne çıktı, yüzleşmek istiyorlar...göndersem gitmiyor, geri çağırsam, sahne ve oyuncular göç ettiler, kalanlar da ayrı havadalar...demek ki, yaşantının hallerinden biri bu...düşündükçe ya güldürür, ya hüzünlendirir, ya da kendinle yüzleştirir....
     Şu gerçeği aklımıza kazıyalım, Can Yücel şiirlerinden alıntıdır;
**İnsan hiçbir şey ile gelir.
      Her şeyin peşine düşer.
      Sonra her şeyi bırakıp, 
      hiç bir şeyle, geri gider***

  Bu yazı 1064 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI