Günaydın Can-Canlarım;
Haydi bugün de dertleşelim! Bizler, eski terbiye ile büyütülmüş, evlatlarımıza da mümkün mertebe bunu aşılamış insanlar olarak, şimdiki anlayış bana biraz ters düşmeye başladı, yaş aldıkça, saygı unsuru daha da ön planda beklenirken....Doğrudur, yanlıştır, bunun tartışmasına girmek istememekle beraber, bazen irkiliyorum, rast geldiğimde...
Ne bileyim, nereden başlasam, bizler ve yakın devamımız, büyüklere saygı tembihleri ile büyütüldük. Sokakta rastladığımız, bey amca, hanım teyzelere, saygı da kusur etmemeyi tembih edildik, el öptük, konuşmalarımızda, argo, aykırı kelimeler ve cümleler kullanmadık. Zaten bizim zamanımızda, argo olsun, ağzını yaya yaya, cümlemize ''yaaa işte'' diye başlamazdık! Teşekkür ederek başlardık, bize atfedilen sözlere, yanlarında ayaklarımızı birleştirip, topluca otururduk, koltuğa yayılıp, gevşemezdik. Hele hele, ayakları orta masa veya sehpanın üzerine çakmazdık, yaparsak da, büyükler içeriye girdiğinde hemen toparlanırdık.
Ben, babamın yanında asla sigara içmedim, annemin yanında da epey geç başladım. Bunu saygı unsuru olarak kabul edecek olursam, babacığım, günde 2 paket Yeni Harman sigarası içerdi, ve hep de bırakamadığından dertlenir, ''Alkolü, yerinde ve zamanında iç kızım, ama bu mundara alışma, bırakmak istesen de bırakamıyorsun!'' tembihlerine en azından yanında içmeyerek saygı gösterdim. Ha, bu bir ölçümüdür? Hayır, ama en azından düşüncesine hürmettir diye düşündüm. Daha o kadar çok şey var ki...
Zamane şartları değişti, insanlar modern kalıplara bürünmeyi seçtiler, her şeye amenna. Ancak geçen gün arkadaşımın paylaştığı bir yazıyı okurken, başımı tasdik mahiyetinde sallarken buldum...
***Bugün üzülerek söylüyorum. Gençlerin sürekli büyüklere laf yetiştirmesi, ÖZGÜVEN. ''Benim hayatım, istediğim gibi yaşarım'' diyerek kafa tutması, ÖZGÜRLÜK. Aile bireylerini görmezden gelip, sosyal medyada kendine bir hayat bulması, SOSYALLEŞME olmuş.
Bu kadar bencil bir nesil nasıl yetiştirdik, sorgulama zamanı.*
Eskiden olacaktı da, anamıza, hele hele babalarımıza, ''sen karışma, bu benim hayatım!'' diyecek cesareti bulacaktık...''anneee, bana bir bardak su versene'' diye mutfağa seslenecektik...Daha evvelinden programımızı bildirmeden, kapıyı çekip çıkacaktık, geç gelindiğinde, ''neredeydin?'' sualine, ''ne var yaa, arkadaşlarla takıldık...'' cevabı verecektik...itiraz olursa da, ''herkesin annesi-babası izin veriyo, sen neden sorguluyosun?'' sualine muhatap edecektik...hoş, benimkiler hala bu sual-cevabı veremezler yaa, ters bakış atfedildiğinde, hadlerini bilirler...Evlat 60 yaşına da gelse, değişmez kural, yine o ana-babanın küçük yavrusudur. Aman halel gelmesin diye üzerine titrediği koca bebeğidir. Bakarken içinizin titrediğini hissettiğiniz kadar hakkınız vardır üzerlerinde... O sebeple, Halil Cibran'ın ''Ermiş'', adlı eserinde ''Çocuklara Dair'' yazısında; ***Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.'' sözüne kendimce, itibar edemiyorum...