*- ANLAMLARI VAR
Eski yazıtlardan birinde şöyle yazar:
Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer, karga yaşlı annesini besler; bunun adı; ‘saygılı davranmaktır.’
Horoz şafak vakti öter, yaban kazları her bahar kuzeye ve her sonbahar güneye uçar; bunun adı; ‘söz tutmaktır.’
Yaban kazı ve yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez. Bu ‘sadakat' olarak adlandırılır.
Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında bütün grubu oraya davet eder ve paylaşır, karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır; bunun adı; ‘adalettir.’
Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse, nasıl bir canlı olduğunu anlamak (kapitalist sistemin etkisiyle) mümkün değil! (kendisini ve çevresini yok eden)
*- ÖNCE ve SONRA
Bir Şaman Türkmen duası da şöyledir:
‘Tanrım, ilk önce dağa taşa ver.
Ormana, hayvanlara, suya ver.
Ondan sonra insanlara,
Kapı komşuya, muhtaç olana ver.
Kalırsa, en son bana ver....’
*- BAHAR GEÇ GELİR
Bu zaman ve sistemde, nasıl bir insan nesli türedi ülkemizde, bilmiyorum.
Milyonlarca canlı ile birlikte insana dair umutlarımız, geleceğe dair hayallerimiz de artık kül oldu...
Özbay M.’nin yazısı elime yeni geçti.
Çok etkilendim, ‘günün örnek yazısı’ demek geçti aklımdan.
Bir Kanadalının bakış açısına bakalım, bir de bizim?
‘Yaklaşık 34 yıldır Kanada’da yaşıyorum.
Burada bahar geç gelir.
Ağaçlar Mayıs ayının sonunda çiçek açarlar.
Yalnız bir ağaç vardır, bizdeki kardelen gibi, Nisan’ın sonunda çiçek açar.
Eksi derecede bile zamanı gelince çiçeğinin açar.
Bundan yaklaşık 25 yıl önce bir Cumartesi günü öğle yemeği için bir restorana gidiyorum.
Hava güzel artı 14 derece…
Mayıs ayının ilk haftası…
Şehir içinde çoktur, kısa boylu geniş saçaklı bir ağaç.
Çiçekleri o kadar güzel açmış ki; Ağaçtan bir dal kırdım, elimde restorana götürdüm.
Sık gittiğim bir restorandı.
Cumartesi günleri tavuk kanadı günleri olur.
Ben de iki haftada bir uğrardım.
Garson kızlar beni tanırlar, her gidişimde tebessümle karşılarlardı. Üniversite öğrencisi kızlar çiçeği elimde görünce tebessümle karşılamadılar.
Dışarda balkonda oturdum, tavuk kanadı söyledim.
Balkonda oturanlar da çiçeğe doğru baktılar, anlayamadım. Garsonlardan biri ya da müşterilerden biri telefon etmiş olacak ki 20 dakika geçti, çiçek masanın üzerinde.
Belediyeye ait çevre koruma arabası geldi, park etti.
İçinden 35 yaşlarında bir adam çıktı, gülümseyerek bana doğru geldi. Masadaki çiçeğe baktı.
Nezaketli bir şekilde ‘O çiçeği alıp arabama gelir misiniz?” dedi.
O zaman anladım; ’Bu çiçeği dalıyla kırmak yasak!’
- ‘Mahkemeye mi gitmek istiyorsun, yoksa para cezası mı vereyim?’ dedi. – ‘Ne kadar para cezası?’ dedim.
Bir metre çıkardı ve dalın boyunu ölçtü.
Yaklaşık 40 cm.
- 40 dolar yazacağım!’ dedi ve yazdı.
Pazartesi günü 40 doları belediyeye ödedim.
Kendi ağacının dalına dokundurmayan Kanadalı bizim Kaz Dağlarını dümdüz ediyor.
Hem doğayı katlediyor. Hem de siyanürle altın arıyor, insan sağlığını tehdit ediyor.
Bunlar 40 cm ağaç dalı için ceza kesiyor.
Ya bizim dağlarımız?
*- SIRA İLE
30 Agustos ‘Zafer Bayramımızı’, ardından ‘9 Eylül İzmir’in Kurtuluşunu kutladık.
Şimdi sıra ‘29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı’ da coşku ile kutlamaya geldi.
Çok şeyler yazıldı.
Çok ciddi ve önemli şeyler…
Belki biraz kendimize geliriz.
Şimdi bir de tarihe mal olmuş büyüklerimizi bırakıp, şehrin tepesine çıkıp düşünelim:
Tercihlerimizi düşündüm mesela...
- O iş mi, bu iş mi?
- Trafikte o yol mu, bu yol mu?
- Dolar mı, altın mı, kripto para mı?
- O kadın mı, bu erkek mi?
- O yemek mi, bu yemek mi?
- O dizi mi, bu film mi?
Ama Onların’sa iki tercih vardı önlerinde;
‘Ya istiklal, ya ölüm!’
*- VİZYON İŞTE
O ne düşündü peki Kocatepe'de?
Söyleyeyim.
Kocaman Afyon ovasına bakarken sadece sabaha karşı yapılacak hücumu değil.
10 sene,20 sene, 100 sene sonrasını...
Sadece o askerleri değil.
Öğretmeni de, köylüyü de, sanatçıyı da, doktoru da, kadını da, çocukları da...
Seni…
Beni...
Hepimizi...
Ve bizim henüz doğmamış torunlarımızı da!
O yüzden biz Atatürk derken aynı zamanda ‘minnet!’ diyoruz.
Ne mutlu bunu anlayana.
Bunları bu satırları da Güven Kızılay kaleme almış.