*- KİM TEHLİKEDE?
Genelde hak arayanların yanında oluyorum.
Ama tek şartla ‘hakkı’ olanların.
Bir de artık ‘Sendika adı’ yazmamaya karar verdim.
Bir zamanlar önüne gelen banka açıyordu, ya da ‘Bankerlik’ bürosu…
Her köşe başında değişik isimlerle görüyorduk.
O kadar cazip ama yalan tekliflerle size yaklaşıyorlardı ki, kanmamak imkansızdı.
Kendileri sözde battılar ama mudilerini de yanlarında götürdüler.
Bir gecede zengin olanlarla, bir gecede tüm varlığını kaybedenleri gördük.
‘Tapu delinmez!’ diye biliyorduk, bunda da güvenin olmadığına tanık olduk.
Tabii ki, bir gecede ‘U’ dönüşü yapanları da…
Kendi bankasını soyanlara da, mudileri çarpanları da….
Bu yazdıklarımın her cümlesi bir kitap olacak cinsten.
Şimdi yazımın başına döneyim:
*- ‘HAK YOKSA, İŞ YOK!’
Bir sendika, kamu mühendislerinin iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanarak mesleki ve ekonomik güvencelerine kavuşturulmasına yönelik mücadelesini sürdürüyor.
Meslek Kanunu ve koruyucu giyim hakkı için ‘Hak Yoksa İş Yok!’ diyerek, 1 Kasım tarihinde 1 günlüğüne iş bırakma eylemi gerçekleştiren sendika tarafından yapılan açıklamada şu mesajı verdi:
‘Mücadelemizi koruyucu giyim hakkımızı alana, kanunumuza kavuşana kadar yılmadan sürdüreceğiz!’
Açıklamada, kamu çalışanlarının zorlu iklim ve iş koşullarında sağlıklı bir şekilde görevlerini yerine getirebilmeleri için koruyucu giyim haklarının 2024-2025 Toplu Sözleşme ile güvence altına alındığı belirtilmesine rağmen, bu hakkın uygulanmadığı ifade edildi.
Ben bu açıklamadan bir şey anlamadım.
Elbise mi istiyorlar, işçiler gibi?
Yoksa özel ekipmanlarla birlikte, iş anında koruyucu özel giysi mi?
Ama şu istek doğru olabilir?
*- LAF OLSUN DİYE!...
‘Reform Niteliğinde Bir Meslek Kanunu Hayata Geçirilmelidir’ dileği…
Adil bir maaş yapısının oluşturulması gerektiğinin savunulması gibi…
özel ihtisas gerektiren mühendislik mesleğinin unvan, yetki, kapsam, çalışma şartları, kariyer basamakları, uzmanlaşma başlıklarında daha iyi koşullara kavuşturulması için Meslek Kanunu’nun ivedi olarak hayata geçirilmesi gerektiğine ben de inanıyorum.
Ama zamanlama yanlış…
Laf olsun diye yapılan bir sözde girişim.
Büyük ihtimalle sendika yönetiminin bir beklentisi ya da kongresi falan vardır, koltuk koruma ya da siyasette bazılarına ‘Biz de varız!’ deme girişimi…
Umarım yanılıyorumdur.
*- KABUL EDİLEMEZ
Benim bile önemsemediğim ve beğenmediğim, ‘Hak yoksa iş yok!’ sloganını kabul edemem…
‘Hak’ talebi tabii ki en tabi istektir.
Ama ‘İş yok!’ ne demek?
Bunu uygulayanlar yüzünden, birçok kurumumuz, hatta belediyemiz batmak üzere görmüyorlar mı?
Kim, parasını ileri sürerek işini yapmıyorsa Allah cezasını versin.
İşine gelmiyorsa, çek git!
İşe girmek için kaç kişinin elini eteğini öptün.
Ya sendikacıların yaşamı ve gelirlerine bakın?
İşçilerin, çalışanların ya da üyeleri kimse onların sırtından nasıl lüks yaşıyorlar?
Altlarındaki arabaya kadar yaşamları siyasiler gibi bedavaya geliyor.
İşte bunları kabullenemiyorum…
Hak ise herkese eşit olmalı…
Pardon sadece emekçiye olmalı, emekçiden, çalışandan tırtıklayanlara değil…
Bence tehlikede olanlar, emeği sömüren sendikacılar…
Artık ‘İyi ile kötü’ arasındaki farkı çalışanlar açıkça belirliyor, anlıyor.
*- HALK ÇAMUR ATTI
İspanya Kralı selin vurduğu bölgeyi ziyaret etti,
Öfkeli halk tepki gösterdi
İspanya'da geçtiğimiz hafta büyük can ve mal kaybına yol açan sel felaketinden en kötü etkilenen Valencia kentinin banliyösünde yüzlerce kişi, İspanya Kralı Felipe, Kraliçe Letizia ve Başbakan Pedro Sanchez'in ziyareti sırasında protesto gösterisinde bulundu;
Kral ve Kraliçe’ye çamur attı.
Yumurta atanları biliyoruz ama ‘Çamur atanlara’ ilk kez rastlıyorum.
Bizde ‘Çamur atma’ deyince, ‘B.k atma’ anlamına geliyor, bu da lafla oluyor…
*- YÖNETİCİLERİN HİÇ UMURUNDA DEĞİL
Halk neredeyse her ülkede dikkate alınmıyor.
Şimdi size son zamanlarda Türkiye ilişkilerinde zigzag çizen bir ülkeden Hollanda’dan söz edeceğim.
İlk bakışta ‘Yaşanılacak ülke, herkes mutlu’ denilen Hollanda’nın kanayan bir yarasını anlatacağım.
Türkiye ile ilgili bağlantısını da!
Bu arada anımsatayım:
Deniz Özek’in radyo- televizyon canlı yayınında Rusya ile Ukrayna savaşı birinci haftasında idi.
Deniz Özek bana sordu;
‘Herkes bu savaşın bir ay içinde biteceğini söylüyor, yazıyor, sen ne dersin?’
Ben de, ‘Çok beklerler!’ dedim, başta Amerika olmak üzere birçok emperyalist ülkenin bu savaşın sürmesini isteyeceğini belirterek, yıllarca süren Avrupa ve dünya savaşlarından örnekler vererek, Rusya- Ukrayna savaşının da en azında 30 yıl süreceğini, sonuçta savsaklanacağını anlattım.
Hatta Avrupa’da bir ülkenin komşu ülke ile tarihi anlaşmalara göre ‘Savaş halinde’ gözüktüğünü ama bunun kağıt üzerinde olduğunu örnekledim.
Her iki ülke halkının bundan haberleri bile yok!
Olur mu?
Oluyor işte!
Ama Hollanda’daki durum farklı…
Nasıl mı?
Hollanda’nın İstiklal Marşında, 80 yıl savaştıkları ülke için ‘İspanya Kralını hep saygıyla andım’ ve defalarca savaştıkları ve Kan akıttıkları Hitler’in Almanya’sı için ‘Kanım Alman kanı’ deniliyor.
Manyak mı bunlar?
Nedense bu güne kadar, pek çok Hollandalının ateş püskürdüğü bu marşın düzeltilmesi için hiçbir hükümet kılını bile kıpırdatmadı.
Hollanda’nın milli marşı ‘Wilhelmus’ta, İspanya ve Almanya’yı onurlandıran ifadeler yer alıyor.
‘Nasıl olur?’ değil mi?
Bu da oluyor, işte!
‘İspanya Kralını hep saygıyla andım’ ve ‘Kanım Alman kanı’ gibi ifadeler, tarih boyunca bu ülkelerle savaşmış olan Hollandalılar arasında rahatsızlık yaratıyor.
Ancak, bu mısraların değiştirilmesi için hükümetten hiçbir adım atılmadı.
Türk Gazeteci İlhan Karaçay, Hollanda’nın İspanya ile 80 yıl süren savaşını ve Almanya ile olan savaşlarını ele alarak, bu ifadelerin neden aşağılayıcı olduğunu anlattı.
*- SEKSEN YIL SAVAŞLARI
Hollanda’nın İspanya ile olan tarihi, 1568 yılında başlayan ve 1648 yılında sona eren Seksen Yıl Savaşları’na dayanıyor.
Bu savaşlar sırasında Hollanda, İspanya İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık mücadelesi verdi.
Hollanda, 1581 yılında bağımsızlığını ilan eden eyalet ve şehirlerden oluşan bir devlet olarak kurdu.
Ancak, bu süreçte Yedi Birleşik Hollanda Cumhuriyeti egemen bir siyasi varlık haline gelirken, Hollanda’nın diğer bölgeleri Habsburg Hanedanı’nın yönetimi altında kaldı.
Bu uzun ve kanlı mücadelelerin ardından, Hollandalılar için ‘İspanya’ya saygı gösteren ifadeler’, tarihi acıları yeniden hatırlatıyor.
*- İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
1940 yılında Almanya’nın Hollanda’ya saldırmasıyla, II. Dünya Savaşı’nda Hollanda’nın işgali başladı.
Almanya, Hollanda’ya saldırarak kısa sürede kontrolü ele geçirdi ve Hollanda beş yıl boyunca Nazi işgali altında kaldı.
Bu dönemde Rotterdam gibi şehirler bombalandı, Hollanda ordusu direnemedi ve ülke büyük acılar yaşadı.
Hollanda’nın teslim olmasıyla sonuçlanan bu işgal dönemi, Hollandalılar için derin bir travma yarattı.
Dolayısıyla, ‘Kanım Alman kanı’ ifadesi, bu acı dolu geçmişi hatırlatarak rahatsızlık yaratıyor.
*- İKİNCİ DÜNYA SAVAŞININ BİTİŞİ
Hollanda, II. Dünya Savaşı’nın bitişini 4 Mayıs’ta Ölenleri Anma Günü olarak kutluyor.
Bu gün, 1940-1945 yılları arasında yaşanan zulmü ve kaybedilen canları anmak için düzenlenen ulusal bir anma günü.
Tüm ülke, bu hüznü paylaşmak için saat tam 20:00’de iki dakika saygı duruşunda bulunuyor.
Bu sessizlik, savaşta hayatını yitiren herkesin anısını yaşatmayı amaçlıyor.
Amsterdam Dam Meydanı’nda düzenlenen törende, Hollanda Kraliyet Ailesi ve halk, savaş gazileri ve öğrencilerle birlikte çelenkler sunuyor, şiirler okuyor ve geçmişi anıyor.
Bir de bizim ‘Milli Marşımıza’ göz atalım…
Ama önce şunu yazayım:
*- TÜRK BAYRAKLI ROZETLER
Fransa’nın İstanbul Başkonsolosunun Türkiye’deki görev süresi bitmiş ve başka ülkeye tayini çıkmıştı.
Ben davetli idim ve her zaman yaptığımı tekrarladım, ‘Bizi hatırlayın’ diyerek ceketimden çıkardığım bayrağımın bulunduğu rozeti Konsolosun yakasına iliştirdim.
Cebimde bulunan benzer rozeti de başkonsolosun eşine taktım.
Memnuniyetlerini belirttiler ve ‘Türk Bayrağı rozetimi’ onurla saklayacaklarını söylediler.
Politik söz ama kabul…
Ama beni asıl ilgilendiren şuydu:
Aynı zamanda İstanbul’daki misyon şeflerinin ve başkonsolosların, yani tüm yabancıların eşlerinin üyesi oldukları bir kuruluş (dernek) var. Bunların başında da o günlerde Fransız başkonsolosun eşi bulunuyordu.
Bu görevini bir başka konsolosun eşine devretmişti.
Hiç alakası yokken, rozeti taktıktan sonra konu açtı ve bana, ‘Sizin Milli marşınız o kadar güzel ki, anlatacak sözcük bulamıyorum. Gerek müziği gerekse sözleri beni çok etkiliyor!’
‘İnanayım mı?’ dedim…
‘İnanın, bunları içten söylüyorum’ mealinde laflar etti…
Ben bu konuşma üzerinden yıllar geçti ama halâ inanmakta zorlanıyorum…
Bunu bir ara Televizyon canlı yayınlarında bana eşlik eden Dllek Kurt hanıma soracağım…
‘Sen ne diyorsun?’ diye…
Dilek Kurt, ben Türkçe konuştukça, o da Fransızca’sını söylüyordu, yani tercüme ediyordu, İzmir’deki Fransızlar için…
Ama bu uygulamamız bir ay kadar sürdü, sonra başarılı olmadığımızı anladığımız için bırakmıştık...
*- BİZİM MİLLİ MARŞIMIZ
Güftesi, Anadolu’da Millî Mücadele’nin devam ettiği sırada Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınmış olan şiir, şairin Kurtuluş Savaşı‘nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getiriyor.
Şiir, 12 Mart 1921’de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ‘İstiklâl Marşı’ olarak kabul edilmiş ve bestesini Osman Zeki Üngör, orkestrasyonunu ise, Edgar Manas yapmıştır.
Bizim milli marşımızda, yabancıları değil Türklüğü baş tacı yapan mısralar vardır.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakka tapan, milletimin istiklal!
*- FRANSIZIN HAYRAN OLDUĞU SATIRLAR
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?